doğuş
efe  
  Ana Sayfa
  İletişim
  Ziyaretçi defteri
  hepsi 1 in özellikleri
  sinem kobalın hayatı
  evrim akının hayatı
  ismail yk nın hayatı
  merve boluğurun hayatı
  4 yüzün hayatı
  kerem cemin hayatı
  murat bozun hayatı
  emre aydının hayatı
  kenean doğulunun hayatı
  erkek sincap masalı
  fil vakası
  ısaura
  gökhan özenin hayatı
  cezanın hayatı
  alişanın hayatı
  hummer
  19 mayıs türküsü
  kutup ayılarının yaşamı ve özellikleri
  kendine özel
  karıncaların türleri ve yaşamı
  aslanların yaşamı
  ünlülerin resimleri
  şiirler
  massallar
karıncaların türleri ve yaşamı

 

KARINCA TÜRLERİ
Karıncalar her ne kadar birbirlerine benzer görünseler de, yaşayışları ve fiziksel özellikleri açısından çok çeşitli türlere ayrılırlar. Bu canlıların aslında yaklaşık 8800 çeşidi vardır. Her çeşidin de kendine özgü, hayranlık verici özellikleri bulunur. Şimdi bu türlerin bir kısmını, çarpıcı yaşam şekilleri ve özellikleriyle inceleyelim.
1. Yaprak Kesici Karıncalar
Diğer bir adı da "atta" olan yaprak kesici karıncaların belirgin özellikleri, koparttıkları yaprak parçalarını başlarının üstünde yuvalarına taşıma alışkanlıklarıdır. Karıncalar, sağlamca kenetlenmiş çenelerinde taşıdıkları, kendilerine oranla oldukça büyük yaprak parçalarının altına gizlenirler. Bu nedenle işçi karıncaların gün boyunca çalıştıktan sonra yuvaya dönüşleri çok ilginç bir görünüm ortaya çıkarır. Böyle bir görüntüyle karşılaşan kişi, ormanın zemini sanki canlanmış, yürüyormuş hissine kapılacaktır. Yaprak kesiciler yağmur ormanlarında, yere dökülen yaprakların yaklaşık %15'ini yuvalarına taşıyabilirler. Bu yaprak parçalarını taşımalarının sebebiyse, elbette güneşten korunmak değildir. Karıncalar kestikleri bu yaprak parçalarını yiyecek olarak da değerlendirmezler. Peki bu kadar yaprağı ne için kullanırlar?
Attaların bu yaprakları mantar üretiminde kullandıkları hayretle keşfedilmiştir. Karıncalar yaprakların kendisini yiyemezler çünkü, vücutlarında, bitkilerde bulunan selülozu sindirebilecek enzimler yoktur. İşçi karıncalar bu yaprak parçalarını çiğneyerek bir yığın haline getirirler ve yuvanın yeraltındaki odalarında saklarlar. Bu odalarda ise yaprakların üzerinde mantar yetiştirirler. Bu yolla, büyüyen mantarların tomurcuklarından kendileri için gerekli proteini elde ederler.
Ne var ki, attalar yuvadan ayrıldıklarında, oluşturdukları mantar bahçesi bozulacak ve zararlı mantarlara yenilecektir. Peki bahçelerini yalnızca "ekim" öncesinde temizleyen attalar, zararlı mantarlardan nasıl korunabilmektedirler? Bunun sırrı, yaprakları çiğnedikleri sırada kullandıkları tükürükte gizlidir. Tükürük, istenmeyen mantarların oluşumunu engelleyici bir antibiyotik ve doğru mantarın gelişimini hızlandırıcı bir madde de içermektedir. Şimdi şunu düşünmek gerekir: Bu karıncalar mantar yetiştirmeyi nasıl öğrenmiştir? Bir gün karıncalardan biri tesadüfen ağzına bir yaprak alıp çiğnemiş, sonra yine tesadüfen lapa haline gelen bu sıvıyı, tamamiyle uygun bir yer olan kuru yaprak zeminin üzerine sermiş, arkasından yine bir tesadüf sonucu diğer karıncalar buraya mantar parçaları getirip ekmiş, son olarak da burada yiyebilecekleri bir besin yetişeceğini tahmin eden karıncalar bahçeyi temizleme, gereksiz maddeleri ayıklama ve ürünü toplama işlemlerini yapmış olabilirler mi? Sonra da gidip tek tek bütün koloniye bu işlemi öğretmiş olduklarını düşünmek ne derece akılcı olabilir? Üstelik neden yiyemedikleri halde o kadar yaprağı yuvalarına taşıma zahmetine katlanmış olsunlar?
Diğer yandan bu karıncalar mantar üretimini sağlamak için, yaprakları çiğnerken kullandıkları tükürüğü nasıl oluşturmuş olabilirler? Bu tükürüğü bir şekilde meydana getirdikleri düşünülse bile, tükürüğün içinde istenmeyen mantarların oluşumunu engelleyici bir antibiyotik olmasını hangi bilgileriyle sağlayabilirler? Böyle bir işlemi gerçekleştirebilmek için, ciddi bir kimya bilgisine sahip olmak gerekmez mi? Bu kimya bilgisine sahip olsalar bile-ki bu imkansızdır-nasıl olur da bu bilgiyi hayata geçirirek tükürüklerine antibiyotik madde özelliği kazandırabilirler?
Böylesine mucizevi bir olayı karıncaların nasıl gerçekleştirdiklerini düşündüğünde, insanın karşısına yukarıdakilere benzer daha yüzlerce karmaşık ve yorucu soru çıkacaktır. Ve soruların hepsi de cevapsızdır.
Buna karşılık, eğer tek bir açıklayıcı cevap verilirse, bu soruların hepsi cevaplanmış olur: Karıncalar, yaptıkları işi başarabilecek şekilde tasarlanmış ve programlanmışlardır. Gözlemlenen olay, karıncaların çiftçiliği bilerek dünyaya geldiklerini, daha doğrusu getirildiklerini kanıtlamaya yeterlidir. Böylesine karmaşık davranışlar, zaman içinde aşamalarla gelişebilecek basit olaylar değildir. Kapsamlı bir bilginin ve çok üstün bir aklın eseridirler. Dolayısıyla evrim savunucularının, zaman içinde yararlı davranışların seçildiği ve gerekli organların mutasyonlarla geliştiği iddiaları, tamamen mantıksız hale gelmektedir. Tüm bu bilgileri var oldukları ilk günden itibaren karıncalara veren, onları tüm hayret verici özellikleriyle yaratan, şüphesiz "Sani" ("Sanatçı") olan Allah'tan başkası değildir. Atta karıncalarının yukarıda anlattığımız özellikleri, karşımıza bu kitap boyunca sık sık rastlayacağımız bir tablo çıkarmaktadır. Söz konusu olan düşünme yeteneğinden yoksun bir canlıdır, ama bu canlı insanın bile zihnini zorlayan büyük bir iş başarmakta, müthiş bir akıl gösterisi sunmaktadır.

Yaprak kesici karıncalarla mantarlar arasındaki ortak yaşam sayesinde, karıncalar beslenmede ihtiyaç duydukları proteini yaprakların üzerinde yetiştirdikleri mantar tomurcuklarından alırlar. Yukarıda karıncaların yetiştirmis olduğu bir mantar bahçesi görülmektedir.
1. Yuvanın içerisinde nispeten küçük işçiler, yaprakları küçük    parçalara ayırırlar.
2. Bir sonraki sınıf, bu parçaları çiğneyerek lapa haline getirir ve enzimce zengin sıvılarla verimini artırır.
3. Diğer karincalar bu lapayi yeni odacıklardaki kuru yaprak zemininin üzerine serer.
4. Bir başka sınıf eski odacıklardan mantar parçaları sürükler ve yeni yaprak lapasına eker. Mantar burada yetişecektir.
5. Kalabalık bir sınıf, bahçeyi temizler, gereksiz maddeleri ayıklar ve diğerlerinin yemesi için ürününü toplar.

Peki bu tablodan ne çıkar?
Cevap basit ve tektir: Madem bu hayvanın gerçekte başardığı işi yapmasını sağlayacak bir düşünme yeteneği yoktur, o halde yaptığı akıl gösterisi, gerçekte bize bir başkasının aklını tanıtmaktadır. Karıncayı var eden Yaratıcı, kendi varlığını ve yaratışındaki üstünlüğü göstermek için, bu hayvana onun "harcı" olmayan işler yaptırmaktadır. Karınca, Yaratıcısının ilhamıyla hareket etmektedir, dolayısıyla sergilediği akıl da gerçekte kendisini Yaratanın aklıdır.
Aslında tüm hayvanlar dünyasında buna benzer bir durum söz konusudur. Karşımızda, müstakil bir akla ve muhakeme yeteneğine sahip olmadıkları halde, çok üstün akıl gösterileri sergileyen yaratıklar vardır. Karınca bunların en çarpıcılarından biridir. Ve o da, diğer hayvanlar gibi, gerçekte kendisini eğiten iradenin verdiği programa (ilhama) göre hareket eder. O irade sahibinin aklını ve gücünü yansıtır.
Attaların İlgi Çekici Savunma Yöntemleri

Üstte küçük boy koruması ile yaprak taşıyan bir atta görülüyor.

Yaprak kesici karınca kolonisinin orta boylu işçileri hemen hemen tüm günlerini yaprak taşımakla geçirirler. Bu taşıma esnasında kendilerini korumaları zorlaşmaktadır; çünkü kendilerini korumaya yarayan çeneleri ile yaprak taşımaktadırlar. Peki kendi kendilerini koruyamadıklarına göre kim onları korumaktadır?
Yaprak taşıyan işçi karıncaların yanlarında sürekli daha küçük boy olan işçiler ile dolaştıkları görülmüştür. Önceleri bu durumun tesadüf olduğu zannedilmiştir. Ancak daha sonra bu hareketin sebebi araştırılmaya başlanmıştır. Uzun bir inceleme sonucunda ortaya çıkan durum, gerçekten şaşırtıcı bir işbirliğidir.
Yaprak taşımakla görevli olan orta boy karıncalar, kendilerine düşman olan bir sinek türüne karşı ilginç bir savunma yöntemi kullanmaktadırlar. Düşman sinek, yumurtalarını bırakmak için son derece farklı bir yer seçmiştir; her karıncanın baş kısmına bir tane yumurta bırakır. Karıncanın vücudunda zamanla gelişip yumurtadan çıkan yavru sinek, hayvanın beynine kadar ilerleyerek ölümüne sebep olur. İşte işçi karıncalar, yanlarında küçük boy yardımcıları olmadan, her an saldırmaya hazır bu sinek türüne karşı savunmasız kalırlar. Normal zamanlarda üzerlerine konmak isteyen sinekleri makasa benzeyen keskin çeneleri ile derhal uzaklaştırmayı başaran işçi karıncalar, yaprak taşırken bunu yapamazlar. Bu yüzden de kendileri adına savunma yapacak bir başka karıncayı taşıdıkları yaprağın üzerine yerleştirirler. Sineğin saldırısı sırasında da bu küçük koruyucular yaprağın üzerinden düşmana karşı mücadele verirler.
Attaların Anayolları
Attaların, kestikleri yaprakları yuvalarına taşırken kullandıkları yol, adeta minyatür bir anayol görünümündedir. Burada yavaşça ilerleyen karıncalar, bütün dal parçacıklarını, küçük çakıl taşlarını, çimen ve yabani otları toplar ve yan taraflara bırakırlar. Böylece kendilerine tertemiz bir yol oluşturmuş olurlar. Uzun bir çalışmadan sonra bu anayol, özel bir aletle yapılmış kadar düzgün ve pürüzsüz olur.



Attalar kestikleri yaprakları taşırken kullandıkları yolu, her türlü çali-çırpı, çakıl taşı ve ot artıklarından temizlerler. Böylece kendileri için adeta bir "anayol" hazırlarlar.
Resimde görülen işçi karınca taşıdığı yaprağın üzerinde ayrıca ufak bir karınca daha taşımaktadır. Bunun sebebi, saldırabilecek muhtemel düşmanlara karşı korunabilmektir.

Atta kolonisi, tek bir kum tanesi boyutundaki işçiler, bu işçilerden kat kat büyük askerler ve orta boylu "maraton koşucular"dan oluşur. Maraton koşucular, yuvaya yaprak parçaları getirmek için etrafında koştururlar. Bu karıncalar öylesine çalışkandırlar ki, her 'koşucu' karıncanın yaprak taşıyarak 4 dakika ilerlemesi, bir insanın omuzlarında 227 kg ağırlıkla 48 km. (30 mil) yol gitmesine denktir.
Bir Atta yuvasında, 6 metre derinliğe kadar inebilen yumruk genişliğinde galeriler bulunur. Kum tanesi kadar olan işçiler bu labirentleri inşa ederken, 40 ton kadar toprak çıkarırlar. Karıncaların birkaç sene içinde yaptığı bu yuvalar, insanların Çin Seddi'ni inşa etmesiyle kıyaslanabilecek zorlukta ve profesyonelliktedir.
Attalar hakkında verilen bu bilgiler şüphesiz onların sıradan, basit yaratıklar olarak görülemeyeceklerine delildir. Son derece çalışkan olan bu karıncalar, bir insanın güçlükle yapabileceği karmaşık işlerin üstesinden başarıyla gelmektedirler. Şüphesiz bu yetenekleri onlara verebilecek tek güç sahibi de Allah'tır. Tüm bu maharetleri kendi başlarına ve kendi istekleriyle kazandıklarını söylemek, mantık kurallarına aykırı olacaktır.
Attaların Yaprak Kesme Tekniği
Karınca, çene kemikleriyle yaprağı parçalarken bütün vücudunun titrediği görülür. Bilim adamları bu titremenin, yaprağı sabit tuttuğunu ve böylece kesilmesini kolaylaştırdığını farketmişlerdir. Aynı zamanda bu titreşim sayesinde karınca, arkadaşlarına iyi bir iş üzerinde olduğu mesajını da verir. İnsanlar tarafından da çok zayıf bir ses olarak duyulabilen bu titreşimi sağlamak için karınca, karın bölgesindeki iki küçük organı birbirine sürter. Bu titreşim, karıncanın orak şeklindeki çene kemiklerine ulaşıncaya kadar vücut boyunca yayılır. Karınca arka ayaklarını hızla hareket ettirirken aynı şekilde çenesini de aşağı yukarı titreterek aprağı ay şeklinde keser. Bu metod tıpkı çok keskin elektrikli bir dilimleme bıçağının hareketini andırır.

 
 
 

Bu teknik, yaprak kesimini kolaylaştırmaktadır. Ancak bu titreşimlerin başka bir amaca daha hizmet ettiği bilinmektedir. Yaprak kesen bir karıncayı görmek diğerlerini de buraya çekmektedir. Çünkü, özellikle attaların yaşadığı iklim bölgelerindeki birçok bitki zehirlidir. Karıncaların, her yaprağı kendilerinin test etmesi ve bu şekilde riske girmesi onlar için büyük bir tehlikedir. Bu yüzden daima, diğerlerinin işlerini başarıyla tamamladıkları yerlere gitmektedirler.
 

Uzman Karıncalar

Karıncalarda organizasyon, belirli bir işte uzmanlaşma ve iletişim, neredeyse insanlar arasında olduğu kadar başarılıdır. Öyle ki, insanlar bugün karıncalar arasındaki uyumlu sistemi örnek almaktadırlar. Aşağıdaki alıntı bu konuyu örneklendirmektedir:

Bilgisayar uzmanları bugün, karıncalardaki kollektif davranış biçimlerini laboratuvarlarda robotlarla üretmeye çalışıyorlar. Çok gelişmiş, ileri programlar yerine, kendi aralarında işbirliği yapan, "basit" enformatik unsurlardan oluşan robotlar üzerinde yoğunlaşıyorlar. Bu çalışmalarda temel ilke aynı: Çok gelişmiş bir robot oluşturmak yerine, daha az "zeki" bir sürü robot geliştirmek, ama bunlardan tıpkı karınca kolonisinde olduğu gibi en "karmaşık" görevleri üstlenmelerini beklemek... Bu robotlar tek tek ele alındıklarında "zeka" açısından çok gelişmiş olmayacaklar, ama ortak hareket dürtüsüyle işbölümünü gerçekleştirecekler. Çünkü, en basit enformatik bilgileri birbirleriyle değiş tokuş etme yeteneğine sahip olacaklar. Bir karınca kolonisindeki hayat ve işbölümü tarzı , NASA'yı bile etkilemiş... Kuruluş, Mars gezegenindeki araştırmalar için gelişmiş bir tek robot göndermek yerine, birçok karınca-robot göndermeyi planlıyor. Böylece birkaç tanesi tahrip olsa bile, ekibin ayakta kalanları görevlerini tamamlayabilecekler.

Bu açıklamalardan sonra, "uzman karıncalar"ın dünyasından ilginç bir örneğe göz atalım

Bal Karıncaları

Bir çok karınca türü, yaprak bitlerinin "bal" denen sindirim artıklarıyla beslenir. Bu maddenin gerçek bal ile ilişkisi yoktur. Ancak, bitki özsularıyla beslenen bir yaprak bitinin sindirim artıkları yüksek oranda şekerli madde içerdiği için bu ismi alır. İşte bal karıncaları adıyla tanınan bu türün işçileri de, besinin bol olduğu aylarda, yaprak bitlerinden, kabuklu bitlerden ve çiçeklerden bal alırlar.

Karıncaların yaprak bitlerinden bal alma biçimleri oldukça ilginçtir. Karınca, yaprak bitine yaklaşarak onun karnını dürtüklemeye başlar. Yaprak biti de bir damla sindirim artığını karıncaya verir. Karıncalar, yaprak bitlerinin karınlarını daha çok dürtükleyerek daha çok bal almaya çalışır ve çıkan sıvıyı emerler. Peki emdikleri bu şekerli besini nasıl kullanırlar ve bu besin daha sonra ne işe yarar?

Bal karıncalarında bu aşamada eşsiz bir görev paylaşımı vardır: Diğer işçiler tarafından toplanan bal özünü saklamak için bazı karıncalar "kavanoz" görevi görürler!...

Her yuvada bir kraliçe, işçiler ve ayrıca bal taşıyıcılar vardır. Bu karıncaların kolonileri, çoğunlukla, işçilerin nektar toplayabildikleri cüce meşe ağaçları yakınında bulunur. İşçiler nektarı yutup yuvalarına taşıdıktan sonra, burada ağızlarından geri çıkararak, balı saklayacak olan genç işçilerin ağızlarına boşaltırlar. Bal taşıyıcı karıncalar, vücutlarının alt kısmını şişirerek bal kesesi olarak kullanırlar. İşçiler tarafından toplanan bal özüyle beslenir ve adeta bir "fıçı" görevini görürler. Hatta bazen büyüklükleri, küçük bir üzüm tanesi kadar olur. Balın sabit kalabilmesi için, her odada 25-30 kadarı, ayaklarıyla tavana yapışır ve yer değiştirmezler.30 Tavana yapışıkken, küçük ve yarı saydam bir üzüm salkımı gibi görünürler. Eğer herhangi biri düşecek olursa, işçiler tarafından hemen eski pozisyonuna döndürülür. Bal kavanozlarındaki bal, karıncanın yaklaşık 8 katı ağırlığındadır.

Kışın ya da kurak mevsimde, sıradan işçiler 'bal fıçıları'nı ziyaret ederek günlük besin ihtiyaçlarını karşılarlar. İşçi karınca ağzını "fıçı"nınkine yerleştirir ve "fıçı", bal kesesindeki kaslarını kasarak, ufak bir damla bal damlatır. İşçi bu besin değeri yüksek balı, elverişsiz mevsimlerde yiyecek olarak tüketir.

Bir canlının kendi ağırlığının tam sekiz katı bir ağırlığa ulaşarak, bal deposu vazifesi yapmaya karar vermesi ve bu şekilde ayaklarından asılı kalarak hiç bir zarar görmeden yaşayabilmesi, hayret ve ilgi uyandıran bir durumdur. Böylesine zor ve tehlikeli bir pozisyona girmeye neden ihtiyaç duymuşlardır? Bu benzersiz depolama tekniğini düşünüp, vücut gelişimlerini de ona göre kendileri mi kontrol etmişlerdir? Düşünün ki bir insan, vücudunda meydana gelen en basit bir gelişime bile hakim değilken, gerçek manada bir beyne bile sahip olmayan karıncanın bunu kendi kendine yapabilmesi şüphesiz imkansızdır.

Bal karıncaları yine Evrim teorisinin açıklayamadığı bir davranış göstermektedirler. Balı depolama metodunu ve bunun için gerekli organları tesadüfen geliştirmiş olmaları, kuşkusuz öne sürülemeyecek kadar mantık dışı bir fikirdir. Nitekim bilimsel kaynaklarda, bu ve benzeri konularda söylenen pek çok gerçekçi ifadeye rastlanılmaktadır. Örneğin, Paris Üniversitesi Biyoloji Enstitüsü Direktörü Prof. Étinne Rabaud'nun açıklaması şöyledir:

Bu örnekler (örneğin bal karıncaları) açıkça gösteriyor ki çeşitli organlar, canlıların belirli fonksiyonları yapabilmeleri için meydana gelmiş değil, aksine bunların önceden varolması, belirli hareketlerin ve işlerin yapılmasına bazı kez olanak vermiş bazı kez de vermemiştir. Bu şunu gösteriyor ki, organlar canlıların hayat koşullarına uymalarından meydana gelmemiş, aksine gördüğümüz gibi, hayat koşulları bu organların önceden var olmuş olmasından ve organların fonksiyonlarından doğmuştur. Darwin'in yaptığı gibi şu soru sorulabilir: Bu evrimde bu değişmede yaşama yeteneğini kaybedenin temizlenmesi, ayıklanması, ya da organların yeni koşullara uyması olayı yok mudur? Biz de diyoruz ki, olaylar böyle bir evrimin, böyle bir değişmenin cereyan etmediği, aksine tümüyle bunun aksi bir olayın olageldiğini ispat etmektedir.

Besin depolayarak sişkinleşmiş 'bal fıçıları', yukarıdaki resimde görüldüğü gibi adeta küçük bir üzüm tanesi görünümündedir.

Profesör Rabaud'nun yaptığı bu açıklamalar, her insanın çok kısa bir an vicdanıyla düşünerek zaten varabileceği bir sonucu bize açıkça göstermektedir: Tüm canlılar kusursuz organları ve mükemmel davranışlarıyla, bilginin ve aklın gerçek kaynağı olan tek bir Yaratıcı tarafından yaratılmışlardır.

 
  [umfrage]  
Bugün 6 ziyaretçi (9 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol